23 Şubat 2012

Tower Heist


Bizi takip edenler sadece çok sevdiğimiz filmlerin incelemesini yapmadığımızı bilirler. Bazen hiç sevmediğim bir filmle ilgili aşırı yazma isteği duyuyorum, bazen de çerezlik diye tabir edilen boş zamanlarda izlenebilecek filmleri önermeyi seviyorum. Nicholas Cage ve Nicole Kidman’ın Trespass filmi ilk kategorinin en iyi örneklerinden olurken, bugün incelemesini yapacağımız Tower Heist ise çerezlik filmler sınıfında yer alıyor.

Filmin yönetmeni Brett Ratner olurken, başrol oyuncu kadrosu biraz kalabalık: Ben Stiller, Eddie Murphy, Casey Affleck, Matthew Broderick ve Téa Leoni. Bunların içinde Matthew Broderick hariç diğerlerini severim. Broderick hem kötü bir oyuncu hem de oldukça itici bir tip gibi geliyor bana.

Ben Stiller, New York’ta yer alan süper lüks bir rezidansın yönetiminden sorumlu müdür olan Josh karakterini canlandırmaktadır. Haliyle bu rezidansın tüm sakinleri oldukça varlıklı kişiler ve bu “kule”de çalışanlar ise orta halli işçi sınıfından sıradan insanlar. Kule’nin terasında (penthouse) oturan bir borsa broker’ının kule çalışanlarına ait emeklilik parasını kaybetmesiyle birlikte Josh bu broker’ın evini soymaya karar verir ve bir ekip kurar.

21 Şubat 2012

Person of Interest


Yayın hayatına yeni başlayan birçok dizinin ilk 2-3 bölümünü izlerim. İzlerim ki, olası güzel dizileri sadece ülkemizde çok popüler değil diye kaçırmayayım. Bu şekilde başlayıp devamını getirmediğim bir sürü dizi oldu. Ama, Person of Interest kesinlikle bunlardan değil. :)

Önce kısaca diziden bahsedelim. Dizinin yaratıcıları J. J. Abrams ve Jonathan Nolan. Abrams’ın kim olduğunu bilmeyen yok zaten, o yüzden doğrudan Jonathan Nolan’a geçeceğim. Soyadı tanıdık olsa da aslında kendisi de benim için oldukça tanıdık. Christopher Nolan’ı ve haliyle Jonathan Nolan’ı ilk tanıdığımız filmin hikâyesinin sahibidir Jonathan Nolan. Kendisi daha sonra abisiyle beraber The Prestige’in ve The Dark Knight’ın senaryosunu yazmıştır. O yüzden yaratıcılığına çok güvenirim.

Person of Interest’i izlemeye başlamadan önce dizi hakkında çok bilgim yoktu, açıkçası konusunu bile bilmiyordum doğru dürüst, ama Abrams olduğu için işin içinde gizemli, sürekli belli bir konu üzerinde ilerleyen bir dizi bekliyordum. Elbette izlemeye başlayınca öyle olmadığını gördüm. Her iki tür dizilerden izlemeyi de severim doğrusu (yani her bölüm ayrı bir konuyu işleyen diziler ve sürekli aynı konuyu devam ettiren diziler). O yüzden herhangi bir hayal kırıklığım olmadı.

Dizinin iki ana karakteri var; birisi Lost’tan tanıdığımız Michael Emerson, yani Benjamin Linus, diğeri de dizilerde görmeye çok alışık olmadığımız Jim Caviezel. Frequency filminde tanımıştım Jim Caviezel’ı, o yüzden oldukça severim. Michael Emerson, Finch isminde gizemli bir iş/bilim adamını canlandırmakta iken, Jim Caviezel karanlık bir geçmişe sahip eski bir ajan (?) olan Reese karakterini canlandırmaktadır.

10 Şubat 2012

50/50


Uzun bir aranın ardından yeniden sizlerleyiz.  Ben bu dönemde çeşitli sorunları sonuca bağlamakla meşgul olduğumdan blog’a yoğunlaşamadım. Diğer yazarlarımız da sanırım, başka yazan olmayınca motivasyonlarını kaybettiler. Neyse ki yeniden beraberiz ve yeniden bir film eleştirisi yazmanın heyecanını yaşıyorum şu anda. :)

Ayrı kaldığımız dönemde çok fazla film de izleyemedim aslında. Bu filmler arasında çok iyiler de vardı, çok kötüler de. Zaten iyi ya da kötü söyleyeceklerimi zamanla burada paylaşıyor olacağım. Bugün çok beğendiğim bir filmle başlamak istedim: 50/50.

Genç yaşta kansere yakalanan Adam ve arkadaşı Kyle’ın hikâyesini izliyoruz filmde. Adam, oldukça düzenli, çalışkan ve sorumlu bir portre çizerken, en yakın arkadaşı Kyle ise daha başına buyruk, asi ve serseri (!) bir karakter gibi görünmektedir. Film boyunca Adam’ın mücadelesini ve Kyle’ın ona olan gizli desteğini izliyoruz.

Bazı filmlerde spoiler vermekten çekinmiyorum ama bu film için spoiler vermemeye çalışacağım, zira herkesin bu filmi izlemesini istiyorum. Kyle ile Adam’ın ilişkisi o kadar güzel ki filmde, burada bir şeyler söyleyip izlemeyenleri etki altında bırakmak istemem. Özellikle arabadaki kahve sahnesi ve sonrasında Kyle’ın evinde Adam’ın gördüğü kitap benim için çok etkileyiciydi.

Filmde komedi ve dram bir arada ve dengeli şekilde ilerliyor film boyunca. Birçok sahnede gülümsemenize engel olamayacağınız gibi, birçok sahnede gözyaşlarınıza da engel olamayacaksınız. Ben filmi çok beğendiğim için övgü dolu sözler yazmak istiyorum ama izleyecek olanları da yüksek beklenti içine sokmak istemiyorum, çünkü temel olarak 4-5 kişi çevresinde dönen ve basit şeyler anlatan çok güzel bir film var karşımızda.

Son olarak, filmin hikâyesi, senaristin hayatından esinlenmektedir. İzleyin derim. :)

Bu film için İzle veYorumla puanı: 9/10


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...