29 Haziran 2011

Das Experiment

Alman sinemasının tüm Avrupa (ve hatta dünya) sinemaları arasında özel bir yeri olduğunu düşünüyorum. Bu güne kadar getirdiği popüler -olabilmiş- ya da geri planda kamış bir çok filmin de anavatanı. Şöyle bir bakarsak Lola rennt gibi bir kurgunun, oyunculuğun, Der Untergang gibi Hollywood'a adeta "olayları bizim gözümüzden de bir görün" mesajını çok güzel verebilen, Das Leben der Andern ile bölünmüş Almanya'yı tüm çıplaklığı ile gözler önüne seren bir sinema.

Alman sinemasının son zamanlardaki en iyi yapımlarından biri de 2001 yapımı Das Experiment. Başrolde Lola rennt'in Manni'si Moritz Bleibtreu'yu görüyoruz. Film baskı altında insan psikolojisini test etmek isteyen bir grup bilim adamının ve deneklerinin 2 haftalık bir hücre deneyimini anlatıyor. Filmin yaşanmış bir olaydan esinlenerek yazılmış olmasını da not etmekte fayda var. Deneyin bir parçası olarak grubun bir bölümü gardiyan, geri kalanlar ise mahkum rolü ile "yapay hapishane"ye yerleştirilir. Zamanla iktidarın verdiği güç ile önce gardiyanlar yoldan çıkıyor.

İktidar Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

Filmin can alıcı mesajlarından biri de iktidar aşkı ve otoriteye saygı. Eline güç geçen bir grup insan daha önceden hiç tanımadıkları, kişisel bir sorunları olmadığı insanlara şiddet uygulamaktan sakınmıyorlar. Aynı zamanda otoritenin emirlerine de sorgusuz bir şekilde boyun eğmekte bir beis görmüyor. Filmin bir bölümünde fizyolojik sorunları nedeni ile süt içemeyeceğini belirten mahkuma yapılanları buraya örnek olarak yazabiliriz.Deneyin kontrolden çıktığı an ise Denek No 77'nin kameralardan kaçırılarak işkence edildiği an. İşte tam da buradan sonra şiddetin dozu giderek artıyor, gerek denekler gerekse gardiyanlar artık rollerini öylesine benimsiyor ki sağduyu ve realite kavramlarını tamamen kaybediyorlar.

Kaybolan Kimlikler

Denekler yapay hapishaneye girdikleri andan itibaren kendi adlarını bırakıyor ve kendilerine atanmış numaralar ile birbirlerine hitap ediyorlar. Bunun yanında "otorite sahibi" gardiyanlara da "Bay Hapishane Gardiyanı" demeleri gerekiyor. Daha önce de belirttiğim gibi bir insandan adını almak onun kimliğini çalmaktır, onları tek tip giydirip numaralar ile çağırmak onun tüm geçmişini ve kişiliğini yok saymaktır. Bu kimlik kaybını en iyi anlatan cümle ise filmdeki şu cümleler;

                    Gardiyanı oynamıyorsunuz,

                    gardiyansınız.

Filmin son 20 dakikası ise aksiyon/gerilim ile şiddet pornosu arasında gidip geliyor. Ve bu şiddet o kadar içine çekiyor ki izleyiciyi, rahatsızlık duysak dahi bir sonraki karede neler göreceğimizi merak etmekten de kendimizi alamıyoruz. Şiddet ve yaşama azminin bir anda birleşip tavan yaptığı an ise Numara 77 ve "Bay Hapishane Gardiyanı" Berus arasındaki son sahneler.

Özetlemek gerekirse Alman sinemasını tanımak isteyenler, psikolojik ve fiziksel şiddetten rahatsız olmayacak psikolojik/gerilim türünü sevenler için biçilmiş kaftan.



Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...