16 Mayıs 2011

Scent of a Woman

Eski filmler serimize devam ediyoruz. Bugünkü filmimiz Scent of a Woman, ya da Türkçeye çevrilmiş haliyle Kadın Kokusu. Bu filmin en önemli özelliği; hiç izlememiş olanların dahi filmi duymuş olmasıdır. Filmin başrollerinde Al Pacino, Chris O’Donnell ve Philip Seymour Hoffman oynuyor. Al Pacino 8 defa Oscar’a aday gösterilirken sadece bu filmdeki rolüyle Oscar ödülü almıştır. Aynı zamanda Philip Seymour Hoffman ve Chris O’Donnell’ın kariyerlerinde önemli bir taşı oluşturur bu film. Chris O’Donnell bu şansı çok iyi kullanamamış olsa da bu filmle adını duyurmuştur.

Filmin konusundan bahsetmeyeceğim, zaten bu zamana kadar izleyen izlemiştir. Filmi ilk izlemeye başladığımda Frank’in neden bu yolculuğa çıktığını, neden birçok şey planladığını, neden bu kadar para harcadığını anlayamamıştım, bana çok mantıklı gelmemişti. Film içi mantığa ne kadar önem verdiğimi daha önce defalarca belirtmiştim. Ancak filmin sonlarına doğru anlayabilmiştim bu yolculuğun ve tüm bu olayların sebebini.

Filmde beğendiğim o kadar çok sahne var ki, sadece birkaçından bahsedeceğim. Frank’ın kardeşinin evine yaptığı şükran günü ziyareti ve yemekte geçen diyaloglar kesinlikle çok güzeldi. Donna ile restaurantta yapılan Tango hala unutulmazlar arasındadır. Ayrıca Al Pacino’nun ses tonu, hitap şekli de çok etkileyiciydi. Ve elbette ki filmin en beğendiğim kısmı, her izleyişimde sabırsızlıkla beklediğim bölümü, filmin finali. Al Pacino’nun konuşmaya başlayıp, tüm okula ders vermesi benim için unutulmazlar arasındadır. Bu sahnede beğenmediğim şeyler de var elbette. Örneğin, okul müdürünün rahatsız edici tavrı film için iyi olmamış, nefret uyandıran karakterleri filmlerde çok sevmem. Örneğin, salon alkışlarken salonu susturmaya çalışması da çok basit bir Hollywood klişesi olmuş. Bir diğer beğenmediğim nokta ise sinemayla pek ilgili değil sanırım; Frank Slade konuşurken bir yerde “kör ve yaşlı olmasaydım bu binayı yakar yıkardım” benzeri bir şeyler söylüyordu. Belki de burada askerlerin gelişmiş yüksek egolarına bir gönderme yapmış filmin yönetmeni bilemiyorum ama beni rahatsız ettiğini söylemeden geçemeyeceğim.


Filmin son kısımlarında en sevdiğim bir söz ise şu şekildedir:

Now I have come to the crossroads in my life. I always knew what the right path was; without exception, I knew. But I never took it. You know why? It was too...damn...hard.

Türkçeye çevirmeyi doğru bulmadım, yazının tamamını yazmayı da. Merak edenler eminim anlamını da devamını da bulabilirler.

Film bir yolculuk filmi, kişisel gelişim filmi gibi, ama en önemlisi bir prensipler filmi. Prensiplere sahip olamazsınız, onlar ya içinizde bir yerlerdedir, ya da sizde hiç olmamışlardır. Hayat üzerine çok şey anlatılıyor filmde ama Frank’ın dediği gibi, doğru olanı, doğru yolu bilsek de onu seçmek gerçekten çok zor.

Bu film için İzle ve Yorumla puanı: 9/10




Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...