4 Haziran 2011

Barfly

Nedense 1970-95 arası çekilen filmlerin doğallığı artık yok gibime geliyor, belki boyumdan büyük bir deyiş olacak ama sanırım sinemanın altın çağı bu 25 yıl imiş. düşününce bir white men can't jump, bir apocalypse now, das boot, full metal jacket, scarface ve daha niceleri bu dönem içinde üretilmiş eserler. sanki onlarda beni özel efektlerden daha çok etkileyen bir şey var. Tam olarak söyleyemesem de. bu; senaryosu, oyuncuları, dönemin modası, dönemin müziği, o filmlerin soluk ama hoş rengi olabilir. ya da bunların hepsi. bu günün 3 boyutlu sinemasında, milyon dolarlık yapımlarında olmayan bir şeyler var özetle. bu gün yine bu dönemden (ve sevdiğim bir adamın kaleminden) gelen bir filmden bahs etmek istiyorum.

Senaryonun yazarı ve aslında hikayesi anlatılan adam charles bukowski her ne kadar beat generation'dan mı değil mi dense de naçizane ben onu bu kuşak içinde değerlendiriyorum. Film aslında başta factotum olmak üzere yazarın kendi kaleminden çıkmış bazı kitaplarından ve hikayelerinden oluşmakta. Filmde genel olarak charles bukowski'nin hayata bakışı net bir şekilde anlaşılıyor.

--- spoiler ---
Burası herkesin bir şeyler yapmak zorunda olduğu bir dünya. bilirsin, biri, bu "herkesin bir şeyler yapması gerekir" kuralını koymuş. Bir şey olmak zorundalar. bilirsin, dişçi, planör pilotu, narkotik, kapıcı, vaiz filan. Bazen yapmak istemediğim şeyleri düşünmekten yoruluyorum olmak istemediğim tüm şeyleri gitmek istemediğim tüm yerleri, hindistan gibi dişlerimi temizlettirmek gibi.
--- spoiler ---

Hank'ın bu sözlerini toplumun ona giydirdiği kıyafetleri beğenmemesi, onları çıkarıp atması çırıl çıplak kalıp deli damgası yemesi olarak yorumlayabiliriz ama onu kim suçlayabilir ki? Dövüşmekten belki de dayak yemekten hoşlanan, işsiz, kalacak yeri olmayan, düşkün bir adam değil mi o? Oysaki zengin, düzenli bir işi olan, vergilerini ödeyen "iyi bir vatandaş" olması öğretilmedi mi ona?

Bunun yanında izlediğim diğer bukowski uyarlamalarına kıyasla (ki bunlar factotum(2005) ve storie di ordinaria follia (1981)) mickey rourke kafamda canlanan karaktere en yakın performansı sergilediğini söyleyebilirim (hatta ilk önce bu filmi izleyenlerin diğerlerinde hayal kırıklığı yaşayacağını bile idaa ederim). Tam da okurken hayal ettiğiniz gibi sarhoş, işe yaramaz, garip yürüyen ama öte taraftan entelektüel (evet entelektüel), kızamayacağınız hınzır bir adam wanda'nın deyimiyle:

--- spoiler ---
Sanki mavi kanlıymışsın, sanki kraliyet ailesindenmişsin gibi davranıyorsun.
--- spoiler ---

Özetle film hank'ın da dediği gibi "sokakların adamınının" ya da "bir yazarın" hayata, insanlara, kadına, içkiye bakışını anlatıyor. Bukowski sevenler için iyi bir film , sevmek isteyenler için çok iyi bir başlangıç olabilir.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...